Bu makalemizde Türkiye'nin nadir Kağıt Mühendislerinden Ümit Coşkuner'i aşağıda kendi anlatımı ile tanıyacağız.
1960'lı yıllar, Türkiye’nin ‘’Kalkınma Programları’’nın başlatıldığı, ve Devlet Planlama Teşkilatı tarafından yapılan 5 yıllık programlar çerçevesinde yurdun değişik bölgelerinde çeşitli sanayi kuruluşlarının planlandığı yıllardı. Devlet Planlama Teşkilatı, 30 Eylül 1960 tarihinde bu amaçla kurulmuştu. Aşağıda saydığım kağıt fabrikalarımızda bu kalkınma programları amacı ile kuruldu.
-SEKA Çaycuma (Zonguldak) Müessesesi,
-SEKA Aksu (Giresun) Müessesesi,
-SEKA Dalaman Müessesesi,
-SEKA Afyon Müessesesi,
-SEKA Balıkesir Müessesesi,
-SEKA Akdeniz Müessesesi,
-SEKA Kastamonu Müessesesi
Tahmin edileceği gibi bunlar milyar dolarlara varan yatırımlardı. Tabii olarak, yetişmiş elemanlara ihtiyaç olacaktı ve öğretim kurumlarımız bu ihtiyacı karşılayacak yeterlilikte değillerdi. Örneğin, kâğıt üretim teknoloji konusunda herhangi bir eğitim verilmiyordu(Aslında hala da verildiğini sanmıyorum). İşte bu nedenle Milli Eğitim Bakanlığı ’’Yurt Dışı Devlet Burslu Eğitim’’ programları başlatmıştı. Liseler arası açılan öğrenci seçme sınavları ile Avrupa ve ABD’ye 50 ye yakın öğrenci çeşitli branşlar için gönderildiler. Bu program aslında 1930 yılında Atatürk’ün emriyle 1416 sayılı kanunla uygulanmaya konulmuştu. Örneğin, bugünkü kağıt sanayimizin temeli olan Seka Genel Müdürlüğü (SEKA), 1930 yılların başında Sümerbank bünyesinde kurulmuş ilk kağıt fabrikamızdır. Türkiye'nin ilk kağıt Y. Müh. Rahmetli Mehmet Ali Kağıtçı’da bu kanun uyarınca İsviçre de eğitim görmüştür. Kağıt Sanayimizin temlinin atıldığı bu döneme ait bir anekdotu burada bu vesile ile anlatmak isterim. 1936 yılında Ulus Gazetesinin 19 Mayıs için yerli kağıtla basılan bayram ekini eline alarak okuduğunda Atatürk’ün ağzından şu veciz cümle çıkar "medeniyet Hamuru’’.
1962 yılında Tarsus lisesinden mezun olmuş ve MEB'nın açmış olduğu böyle bir Sınavı kazanarak bakanlık tarafından SEKA Genel müdürlüğü hesabına, Kağıt Yüksek Mühendisliği eğitimi için Amerika Birleşik Devletlerine gönderileceğimi bildiren bir mektup almıştım.(1960 ve 1963 yılları arası SEKA hesabına Avrupa ülkeleri ve Amerika Birleşik Devletleri ne, 17 lise mezunu öğrenci çeşitli dallarda eğitim için gönderilmişlerdi.)
11 Aralık 1962 günü KLM hava yollarının pırpırlı uçağı ile New York şehrindeki Empire State binasının 73. Katındaki öğrenci müfettişliğimizle buluşmak üzere İstanbul, Yeşilköy Hava Limanı’nda uçağa binmiştim ve daha 18 yaşında idim. Çocukluğum ve gençliğim babamın memuriyeti nedeni ile Çukurova’nın değişik ilçe ve köylerinde geçmiş, lise tahsilimi Tarsus ilçemize bağlı Yenice köyünden hergün trenle Tarsus’taki liseye gidip gelerek tamamlamıştım. Yenice o yıllarda , tozlu yolları ve sivri sinekleri ile, sıtma hastalığının yaygın olduğu bir köydü. Ayrıca bir göz hastalığı olan Trahom vakalarıda yaygındı. Akar su yoktu tüm su ihtiyaçları köy evlerinin bahçesindeki su kuyusundan temin ediliyordu.
İşte böyle bir ortamdan Amerika Birleşik Devletleri’ ne eğitime gidiyordum. İsmi o zamanlar ‘’Yeni Dünya ‘’idi. Pek inanılası bir şey değildi benim için. Anadolu'nun o çorak topraklı köylerinden İstanbul’ a geldiğim zaman bile, İstanbul benim için yeni bir dünya gibiydi.
Yeşilköy deki Hava limanının yurtdışı gidiş salonuna girdiğim zaman tüm bunların gerçek olduğunu anlamıştım.
1962 yıllarında jet uçakları henüz geliştirilmemişti. Uzak mesafeler mola verilerek yapılıyordu. Selanik, Roma ve Amsterdam hava alanlarında yakıt için durduktan sonra New York' ta ki bugünkü adıyla Kennedy olan hava limanına gece vakti inmiştik. Bir elimde köşeli tahta bavul bir elimde akciğer röntgeni ve pasaportum olduğu halde pasaport kuyruğuna girdim. O yıllarda Türkiye'deki verem hastalığı vakalarından dolayı Türk vatandaşlarından akciğer filmi isteniyordu. Pasaport kontrolü bitmiş, gelen yolcular salonuna girmiştim; bir kişi bana yaklaşarak "hoş geldiniz Ümit kardeşim" dedi. Tanımıyordum ve kimsenin de beni karşılayacağını beklemiyordum. ‘’Beni nereden tanıyorsunuz" diye sorduğumda ‘’bavulunuzdan’’ demişti. Aslında benim böyle bir karşılama için talebim olmamıştı(Daha sonra öğrenci müfettişliğimiz tarafından görevlendirilen bir öğrenci olduğunu öğrendim). Nasıl olsa New York'a vardığımda Empire State binasının 73. Katında olan öğrenci müfettişliğini bulacağımı sanıyordum. Zira, İstanbul'a ilk geldiğimde sınava girdiğim Teknik Üniversite’nin Taşkışla'daki binasını da sora sora bulmuştum.
Eğitim süremiz 1 yıl İngilizce, 4+2 yıl lisans ve Master dereceleri olmak üzere 7 yıl olarak planlanmıştı. Müfettişlik her öğrencide olduğu gibi New York'un Queens Banliyesi’ndeki Koleje, benimde kaydımı yaptırmıştı.
Queens'teki ilk günler biraz heyacan biraz korkulu duygular içerisinde geçti. 10 odalı iki katlı ve çatı katı olan bahçeli bir evde diğer Türk öğrencilerle birlikte haftalık 10 dolara bir odada kalıyordum. Aslında lisan öğrenmek için uygun bir ortam değildi.
Noel mevsimi idi. Caddeler evler her taraf renkli objelerle süslenmişti. Bir akşam yürüyüşümde yüzüme kar tanelerinin düştüğünü hissettim. Daha doğrusu tahmin ettim. Kar yağmaya başlamıştı. Kar yağışını ilk defa görüyordum.
15-20 kişilik sınıflarda başladık İngilizce dil kursuna. İran, Türk ve Güney Amerika ülkelerinden gelen öğrenciler vardı. Türk öğrencilerin sayısı oldukça fazlaydı.
Seviye sınavında bana İngilizce bir cümle kurmamı istediler "Ben de, Baklava is very good’’ demiştim. Bu cümlem nedeni ile başlangıç sınıfını atlamıştım. Üç aylık bir dönem sonunda İngilizce seviyemin pek o kadar iyi gelişmediğini fark ettim. İkinci dönem, New York Üniversitesi ‘nin yabancı öğrenciler için açtığı kursa katıldım. Burada Türk öğrenci yoktu.
Üniversitenin yerleşkesi ‘’China Town’’ denilen bir semte bulunuyordu. Ulaşım, şehrin tamamına, yer altı trenleri ile ulaşılabilen ‘’Subway’’ sistemi ile yapılıyordu. Harlem semtine komşu bir yerde Amerikalı bir ailenin evinde yine haftalık 10 dolara kalmaya başladım.
NewYork Üniversitesi’ndeki İngilizce kursunu tamamladıktan sonra 1963-1964 öğretim yılı için Massachuset üniversitesinin, kısa adıyla LTI olan Teknoloji Enstitüsünün kağıt mühendisliği bölümüne kaydımı yaptırdım.
Lowell şehri, o yıllarda hem tekstil ve hem de kağıt sanayisinin yoğun olduğu bir bölgede bulunuyordu. Enstitünün kağıt mühendisliği bölümü, Kimya mühendisliği bünyesinde, kağıt sanayisine, mühendis yetiştirmek için kurulmuş, bir nevi özel ihtisas bölümü olarak eğitim veriyordu. Eğitimin ağırlığı kağıt sanayisi bilim ve teknolojisi olarak, kağıt fiziği ve kimyası ile kağıt üretim prosesinin çeşitli kademelerini, ayrıca endüstriyel kimya ve selüloz üretimi ile değişik kağıt türlerinin üretimindeki mekaniksel ve kimyasal süreçleri içeriyordu. Bir adet Fourdrinier tip pilot kağıt makinası ve laboratuvarımız vardı.
Lowell’daki 4 yıllık eğitimin sonunda kimya mühendisliği fark derslerini de tamamlayarak kağıt mühendisliği ve kimya mühendisliği lisans diplomalarımı aldım.
Master derecem için Amerika Birleşik Devletleri’nin en yoğun kağıt sanayisinin olduğu Maine eyaletindeki Maine Üniversitesi’nin kimya mühendisliği bölümüne kaydımı yaptırdım. Bölüm ağırlıklı olarak polimer kimyası ve kağıt sanayisi teknolojisi üzerine eğitim vermekte idi. Eyalette çok sayıda kağıt fabrikası vardı ve üniversite endüstri işbirliği ile çok sayıda, araştırma bu fabrikaların sponsorluğu ile yapılıyordu.
Üniversitedeki ikinci yılımda asistan olarak laboratuvar dersleri ile görevlendirildim.
Master tezim olarak kimyasal selülozun beyazlatılması konusunu seçmiştim. Seyreltik sodyum klorür çözeltisinin odun hamuru ile birlikte elektrolizi işlemini kapsıyordu. Araştırmanın adı ‘’Elektrokimyasal’’ yöntemle selülozun Beyazlatılması(‘Elektrochemical Bleaching of Woodpulp") idi. Amaç beyazlatma operasyonu ile aynı anda gerekli kimyasalların elektroliz prosesi ile üretmekti.
Başarılı bir sonuç aldık. Çok kısa bir süre içerisinde esmer selülozda 80 GE beyazlığında kalıcı bir beyazlık elde ettik.
Main Üniversitesi’ndeki ikinci yılın sonunda Master derecemi almış ve yurda dönüş hazırlıklarını yaparken, rehber hocam konu ile ilgili doktora seviyesinde çalışmalarımı sürdürmek ve elektrokimyasal metotla yapılan beyazlatma sürecinin mekanizması üzerinde kontüni bir sistem içerisinde çalışmamı istedi. Bursuz olarak 3 yıllık bir uzatma süresi alarak doktora çalışmalarıma başladım.
Esmer selülozun seyreltik sodyum klorürlü kontinü bir sistem içerisinde elektro kimyasal bir yöntemle beyazlatılma işlemi, aslında kağıt sanayisine sunulan yepyeni bir beyazlatma konsepti idi. Elektroliz ile üretilen klor üretildiği an, nascent özelliklerine sahiptir. Atomik yapısındaki, çiftleşmemiş elektrondan dolayı standart üretimle oluşturulan klordan daha reaktif bir özellik gösterir. Ayrıca nascent klorinin su ile anında birleşmesi sonucu nascent oksijen açığa çıkar. Nascent oksijen de çok aktif bir oksidattır ve nascent klor ile birlikte muhteşem bir beyazlatma ortamı sağlarlar. Yukarda belirtildiği gibi beyazlatma işleminin çok kısa bir süre içerisinde olmasının nedeni bu iki reaktif element nedeni iledir. Ayrıca ortamda oluşan sudkostik, klorlanmış lignin bileşiklerinin (Lignosulfanatlar)elyafın yüzeyine çıkmasını sağlayarak sistem içerisinde çözünmez bileşikler olarak sistemden atılmalarını sağlar. Prosesin diğer bir beyazlatma aşaması da elektroliz esnasında oluşan sodyum hipokloritin bir ileri beyazlatma fazı ile ağartma işlemini devam ettirmesidir.
Proses ABD'nin tuz mineralinin yoğun olduğu eyaletlerdeki fabrikalar tarafından ilgi görmüştü; ancak elektrik maliyetinin yüksek olması nedeni ile klasik beyazlatma proseslerine karşı tercih edilmedi. Fakat daha sonraki yıllarda Kraft selülozu üretim prosesinden çıkan atık suların deşarj öncesi renklerinin giderilmesi amacı ile kullanılmaktadır.
1973 yılında Türkiye'ye döndüğümde, Afyon’nun Çay ilçesinde, Balıkesir’ de, Muğla Dalaman’ da, Zonguldak Çaycuma’ da, Silifke’ de, Kastamonu’ da, Giresun Aksu şehirlerimizde 7 adet kağıt fabrikası kurulmuş veya projeleri başlatılmıştı. Çok büyük bir yatırıma girmişti Türkiye. Aşağıda açıklamaya çalıştığım nedenlerden dolayı maalesef bu fabrikaların zaman içerisinde doğru yatırımlar olmadığı, anlaşılacaktı. Fabrikalar hem yer seçimi ve hem de proses seçimi açısından verimli bir üretim sağlanamadığı için, faydalı ömürlerini doldurmadan kapandılar.
Çay Afyon saman selülozu üretim tesisi, ham madde temini olarak bir yıllık bitki olan saman sapına ve çevredeki Eber gölünde yetişen yıllık kamış bitkisine dayalı bir yatırımdı. Ancak saman sapının yapısındaki yüksek miktardaki silis nedeni ile pişirme kimyasallarının geri kazananımı pratik bir proses değildi, pahalı bir operasyon gerektiriyordu ve bu nedenle üretim verimli değildi. Ayrıca çevresel etki sorunları da çok büyüktü. Tüm bu nedenlerden dolayı bu üretim prosesi dünyada terk edilmiş ve mevcut fabrikalarda kapatılmıştı. Nitekim Seka Çay Afyon Saman Tesisi, projeyi üstlenen İtalyan firması Pomilyo'nun da son projesi oldu. SEKA Genel Müdürlüğü, kâğıt sanayisindeki bu gelişmeyi dikkate almadan bu yatırıma nasıl karar vermişti? Diğer taraftan hammadde olarak düşünülen kamış bitkisi, çevredeki Eber gölünden temin edilecekti. Ancak Fabrika devreye alındığı yıl, göl, tarımsal amaçlı olarak DSI tarafından revize edildi ve göldeki kamış üretimine son verilerek tarımsal amaçlı kullanılmaya başlandı. Fabrika işletmeye alındıktan kısa bir süre sonra özelleştirme programı kapsamında satılığa çıkartıldı.
SEKA Akdeniz Silifke kağıt fabrikasının yatırımındaki amaç, Güney Anadolu ormanlarımızın değerlendirilmesi idi. Fabrika, Selüloz ve kağıt üretimi ile birlikte entegre bir kereste fabrikasını kapsıyordu(Devletin kerestecilikle ne işi var diye hep sormuşumdur). Projeyi Dünya Bankası finanse ediyor ,yer seçiminden tedarikçi seçimine kadar yatırımla ilgileniyorlardı. Eş uzman olarak Seka beni görevlendirmişti. Tüm Akdeniz sahilini dolaştık. Genel müdürlük Manavgat bölgesini önermişti. Turistik bölge olduğunu söyleyerek fabrikanın bu bölgede kurulmasının yanlış bir karar olacağını Dünya bankası yetkililerine söylemiştim. Daha sonra komiteden çekildiğim bildirildi.
Yer seçimi olarak nihayet Silifke bölgesinde yüzlerce dönüm zeytin bahçesi kamulaştırılarak deniz kenarındaki bir alana fabrika kuruldu. Yer seçimi yanlıştı. Atık suların arıtma işleminden sonra deniz altından borularla Akdeniz’e deşarjı planlanmıştı. Tesis verimli olmadı ve fabrika faydalı ömrünü tamamlamadan kapandı.
Kastamonu sigara kağıdı fabrikası maalesef diğer bir yanlış yatırım kararı idi. Amaç, 5000 ton/yıl kapasiteli bir sigara kağıdı fabrikası kurmak ve Türkiye deki Tekel fabrikalarının ihtiyacı olan 2500 ton/yıl kağıdı üretmek idi. Kapasitenin diğer yarısı da ihraç edilecekti. Ancak böyle kıymetli bir kağıtla dünya pazarına girmek çok zordu. Zira üretim prosesi için knowhow veya herhangi bir bilgi satın almakta mümkün değildi. Sır gibi saklanıyordu. Kaliteli üretim ve knowhow ancak yıllarca çalışmanın sonucu elde edilebiliyor ve proses değişkenleri para kağıdı üretiminde olduğu gibi çok gizli korunuyordu. Bu nedenle düşünülen miktardaki sigara kağıdını dünya piyasasına sürmek ve pay elde etmek bence bir hayal ürünü idi. Seka bir Finlandiya firmasından knowhow satın aldıysa da başarılı olamadı sonuçta istenilen kalitede sigara kağıdı üretilemedi ve Tekel Genel Müdürlüğü’de sigara kağıdı ithalatına devam etti.
Balıkesir gazete kağıdı fabrikasının hepsinden ayrı bir hikayesi var kanımca. Makina imalatçısı yanlış seçilmişti. İşin uzmanı olan bir Fillandiya firması yerine ihale bir Kanadalı firmaya verilmişti.
Gazete basımında kullanılan standart 48gr/m2 yerine fabrika 52gr/m2 kağıt üretebiliyordu.
Bu durum gazeteciler ve basım kuruluşları için ilave bir maliyet unsuru idi. Ayrıca gazete kağıdı fiyatlarını etkileyen diğer bir hususta Orman Genel müdürlüğünden alınan tomruk fiyatlarının dünya standartlarına göre çok yüksek olmasıydı. Bu nedenlerden dolayı SEKA’nın gazete kağıdı satış fiyatı, dünya fiyatlarının çok üzerinde idi. Sonuçta Özal hükümeti ile başlayan liberal ekonomi, basım kuruluşları için ithalat kapılarını böylece açmış oldu.
Seka Genel Müdürlüğü’ndeki mecburi hizmet sürem olan 10 yılı doldurmadan Seka’ya yararlı olamayacağımı düşünerek 1980 yılında geri kalan hizmet süremin tazminatını ödeyerek Seka’ dan ayrıldım.
Seka’daki yıllara geri dönüp baktığımda, kağıt sanayi tarihimiz için burada birkaç not düşmek isterim. Yukarıda açıklamalarımdan da anlaşılacağı üzere, yatırım kararları, kağıt sanayisi hakkında bilgisi olmayan kişiler tarafından alınmıştır. Belli ki bölgesel kalkınma amaçlı yatırımlar olmayıp, siyasi amaçlı bölgesel yatırımlar olarak ortaya çıkmışlardır.
Şurası bir gerçek ki, Seka ve diğer kurumlar hesabına eğitim için gönderilen öğrencilere, döndükleri zaman ne bağlı olduğu kurumlar ne de devlet sahip çıkmıştır. Eğitimlerimizde aldığımız bilgileri maalesef kurumlarımıza aktarma fırsatı bulamadık. Daha doğrusu verilmedi. Bazılarımız yurt dışına gitti, bazılarımız Türkiye’de farklı kuruluşlarda mesleklerimizi devam ettirmeye çalıştık.
Peki nasıl bir yatırım programı yapılmalıydı diye bana sorulacak olursa, Ormanlarımızın ve alt yapısının geliştirilmesi ön plana çıkarılmalıydı. 2023 yılı itibariyle 1.5milyon tona yakın selüloz ithal edilmekte Türkiye'ye. Türkiye'nin yüz ölçümünün %25'ninin ormanlarla kaplı olduğu gerçeğini düşünürsek bunun kağıt sanayimizi için ne kadar doğru bir karar olabileceğini görebiliriz. Bununla beraber ülkenin kültürel gelişmesine katkı için gazete kağıdı fabrikalarının kurulmasını devlet ön plana almalıydı.
Ben SEKA'dan ayrıldıktan sonra,1990 yılına kadar serbest danışman olarak Türk Kağıt ve Kimya sanayisine hizmet ettim. 1990 lı yıllarda Özel Sektör Kağıt sanayimizin gelişmesiyle birlikte Türkiye de yeni yatırımlar başladı. Bugünkü şirketimizi bu dönemde kurarak Türk Kağıt sanayisine hizmete devam etme fırsatı buldum. Şu an 9 kişilik bir kadromuz ile kağıt sanayimize, kurulumundan işletme dönemine kadar tüm ihtiyaçları için danışman olarak ve temsil ettiğimiz yurtdışı firmalarımızla hizmet veriyoruz.
(20 Ağustos,2023, İstanbul)
Ümit Coşkuner
Unitek Selüloz ve Kağıt Sanayisi ltd Şti
Kağıt sektörüne hizmet veren eski bir SEKA kökenli Türkiye'nin sayılı Kağıt Mühendislerinden Ümit Coşkuner'in bize aktardıklarını okuduk. Ümit Coşkuner de sektöre verdiği katkılarla Türkiye kağıt sektörü tarihinde her isim gibi yerini alacaktır.
0 Yorum